Artan İntiharlar Neyin Habercisi Olabilir?*

Prof. Dr. Mustafa Yıldız

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Öğretim Üyesi

Son aylarda gazete ve televizyon haberlerinde intihar olaylarıyla daha sık karşılaşmaya başladık. Sıklık yanında yapılış ve sunuş biçimi açısından da dramatik özellikler dikkat çekmektedir. Örneğin, şubat ayı içerisinde “Kocaeli’nde 5 günde 5 genç intihar etti” (1), “İstanbul’da ekonomik sıkıntılarla boğuşan 20’li yaşlardaki E. ve E. çifti, 1,5 yaşındaki çocuklarını bir yakınlarına bırakarak hayatlarına son verdi” (2), “Manisa’nın A. ilçesinde tarla yolunda cesedi bulunan 4 gençten birinin uyuşturucu kullanımına bağlı hayatını kaybettiği, diğerlerinin ise av tüfeği ile intihar ettiği belirlendi” (3) gibi haberleri okuduk. Önceki yıllarda görülen ailesel intihar haberleri ve son aylarda ilginç biçimde sıklaşan hekim intiharları da dikkate alındığında eskiden görmeye alışık olmadığımız sıklıkta ve şekilde intiharlarla karşılaştığımız söylenebilir.

İntihar oranları artıyor mu?

Veriler, ülkemizde intihar oranlarının yıllar içinde arttığını göstermektedir. 2000-2012 yılları arasında yıllık özkıyım sayısı 2 binli rakamlarla ifade edilirken 2012’den sonra 3 binli rakamlardan söz edilmektedir. TÜİK verilerine göre 2018 yılında 3 bin 161 kişinin intihar ettiği bilinmektedir (4). 2019 yılında ise yıllık intihar sayısı 3 bin 406 olarak bildirilmiştir. Bu rakamlar günde yaklaşık 9 kişinin intihar nedeniyle öldüğünü göstermektedir. Yıllık intihar oranı 2000’li yılların başında 100 binde 3 iken son yıllarda 100 binde 4 olmuştur. İntihar oranlarındaki bu artışa rağmen gelişmiş ülkelerdeki oranlarla karşılaştırıldığında ülkemizdeki oranın düşük olduğu dikkate değerdir. Avrupa ülkelerinde bu oran ortalama 100 binde 10’dur. Bu farklılık toplumsal yapıdaki yardımlaşma, dayanışma, ortaklaşmacı (collectiviste) yaşam tarzı gibi çeşitli ekinsel (cultural) nedenlerle açıklanabilir. Ancak ülkemizde intihar oranlarındaki artış başta ruhbilimciler ve toplumbilimciler olmak üzere diğer ilgili bilim alanları ile yöneticilerin önünde dikkatle irdelenmesi ve önlem alınması gereken bir konu olarak durmaktadır.

Öze kıymanın nedenleri

İntiharların nedenleri, kişi geride açıklayıcı bir not bırakmadığı sürece tam olarak anlaşılamaz. Bırakılmış olsa bile notların yorumu kuşkudan arınık değildir. İleri sürülen nedenler genellikle intihar eden kişi ya da kişilerin son aylardaki ya da hemen öncesinde yaşadığı olay ya da sıkıntılı durumlara bakılarak yapılan yorumlardan oluşmaktadır. Kendi elleriyle canına kıyan bireyin kişilik özellikleri, ruhsal hastalık öyküsü, bedensel hastalık durumu, aile geçmişi, siyasal/ideolojik/dinsel inançları, toplumsal çevrenin özellikleri ve son zamanlarda yaşadığı olaylar tam olarak anlaşılmadan intiharla ilgili olarak yapılan yorumlar hep eksik kalacaktır. Ne var ki son durum her zaman için derinlemesine anlama açısından önemli ipuçları içerir. Bu nedenle yapılan yorumlar yüzeysel de olsa dikkate alınmalıdır.

İnsanın kendi elleriyle kendisini öldürmek istemesinin altında farklı nedenler yatabilir. Bunların en başında gelen neden kuşkusuz her çağda değişmez biçimde karşımıza çıkan ruhsal hastalıklardır. Ağır bir ruhsal hastalığın etkisinde olan kişi, düşünce, algı ve duygulanımdaki bozulma nedeniyle, kendisini yaşamaya değmez bir yaratık, öldürülmeyi hak eden bir canlı ya da yok edilmesi gereken bir varlık olarak görüp çeşitli yöntemlerle canına kıyabilir. Çok acı da olsa belli oranda dünyanın her yerinde görülen ruhsal hastalık kaynaklı ölümlerle karşılaşmak kuşkusuz ki kişinin yakınları açısından katlanılması güç bir durumdur. Ölenin ardından ortaya çıkan tepki ise genellikle kendini suçlama olmaktadır. Geride kalanlar biz ne yaptık ya da ne yapamadık da yakınımız kendisini öldürdü, nasıl davransaydık canına kıymazdı, neden koruyamadık gibi düşüncelerle üzüntü yaşar. Bu tür hastalığı olan bireylerin tedavisiyle uğraşan sağlıkçılar da neyi eksik yaptık ya da nerde yetersiz kaldık gibi düşüncelerle ve tabii ki üzülerek tedavi düzenlemelerini gözden geçirir.

Kimi özkıyımlar da varoluşsal nedenlerle gerçekleşir. İnsanlar için yaşama tutunmanın en önemli kaynağı yaşama kattığı anlamdır. Anlamsızlaşmış bir yaşamda kişinin kendi canına kıyması tümüyle bireysel bir karar olmakla birlikte, bu durumda da ölenin yakınları nedenler konusunda kendilerine sorumluluk payı biçmekten geri kalmaz.

Varoluşsal özkıyımlar genelde iki farklı katmanda gerçekleşir. Birinci katmanda kişilerin barınma, beslenme, iş yaşamı, sevgi-saygı gereksinimi, gelecek garantisi gibi temel gereksinimleri karşılandığı halde tinsel (ruhsal) açlığın giderilememesi ya da kendisini hiçliğe bırakmanın yeni bir yaşam boyutu olarak görülmesi gibi nedenlerle öze kıyılır. Bu kişiler yaşamda kalma ya da yaşamdan kopma noktasında özkıyım davranışını özgürce seçmekte ve geride kalanlara bir sorumluluk yüklememektedir.

İkinci katmandaki özkıyım ise kişinin beslenme, barınma, korunma, sevgi-saygı, gelecek garantisi gibi temel gereksinimlerini karşılamada zorlandığı, geleceğin hiç umut vadetmediği, çaresizlikle bezenmiş varoluşsal bunalımlar sonucunda gerçekleşir. Çok acı bir özkıyım eylemidir ve canına kıyan kişinin toplumsal çevresine büyük sorumluluk yükler. Çünkü bu tür özkıyımlarda aslında çevrenin, toplumun ve yönetimden sorumlu kişi ve grupların yapabileceği çok şey vardır.

Benlik gücünün kırılganlığı ve toplumsal yapı

İnsan güçlü bir varlık gibi görünmekle birlikte aslında çok güçsüzdür. Göreceli gücünü aklından ve toplumsallaşma becerisinden alır. Aklını ve toplumsal becerilerini kullanamadığı zaman taçlı sargan (corona virus) gibi en küçük bir canlıya bile yenik düşer. Aynı zamanda değer yargılarında da görecelilik vardır. İnsan bir yanda Mars’ta araştırmalar yapar, öte yanda küresel çapta salgına karşı aşılama çalışmaları yürütürken insanlık değerleri açısından yüzkarası uygulamalara tanıklık eder.

İnsanı insan yapan ve varlık bilincini oluşturan işlev onun aklıdır. Sağlıklı beynin ürünü ya da işlevi olan akılla insan, doğum-yaşam-ölüm ekseninde hayatın anlamını bulur. Yaşam, içinde var olunan toplumun, daha genel alanda ise diğer toplumların değerler birikimi aracılığıyla anlamlandırılır. Genel olarak yaşama saygı, sağlıklı yaşam hakkı, düşüncesini özgürce ifade etme hakkı, başka insanlara ve doğaya zarar vermeme ilkesi, adil ve güvenli yaşam gibi temel değerler kişinin dünyada tutunmasına, yaşama sarılmasına ve üretime katılmasına aracılık eder.

Kişiyi zorlanmalar karşısında dayanıklı kılan ve ayakta tutan kuvvet benlik gücüdür. Dünyayı aklıyla kavramsallaştırmış ve çevresini temsiller aracılığıyla benliğinin yapıtaşı haline getirmiş olan kişi zorlanmalar karşısında benlik gücüyle dayanır ve ayakta kalır. Hiçbir zorluğun yıldıramadığı, araştırma ve üretimden koparamadığı kişiler benlik gücü yüksek olan bireylerdir. Ancak, toplumlarda benlik gücü zayıf olan birey sayısı hiç de az değildir. Benlik yapısı kırılgan olan kişiler kriz ya da zorlanmalar karşısında çabuk dağılır ve çok kayıp verirler. Toplumlar da bireyler gibidir. Küresel salgının ilk dönemlerini anımsarsak, kimi bireylerinin kurallara uyduğunu ve korunduğunu, kimilerininse kurallara uymada zorlandığını ve hastalığı bulaştırıcı rol oynadığını, kimi ulusların salgını kötü yönettiğini ve çok kayıp verdiğini, kimi uluslarınsa soğukkanlı davranarak az kayıp verdiğini görürüz.

Salgının etkisi

Küresel salgınla yaşanan eve kapanma, hareketliliğin azalması, iş kayıplarının olması, toplumsal ilişkilerin azalması, dayanışma olanaklarının azalması, günlük yaşam dizeminin (rhythm) değişmesi, bizim toplumumuz için hala önemini koruyan ortaklaşa yaşamın olanaksızlaşması gibi nedenlerin benlik gücü kırılgan bireyler için önemli riskler taşıması ruhbilimsel ve toplumbilimsel açıdan beklendik bir durumdur. Biliyoruz ki toplumsal ve ekonomik buhran dönemleri, buna şu anda yaşanan salgın kısıtlamaları da dahildir, doğrudan ya da dolaylı yollarla intihar oranlarını artırmaktadır (5). Ülkemizde henüz 2020 intihar oranları açıklanmamış olmakla birlikte çaresizlik, umutsuzluk ve güvencesizliğin arttığı böylesi bir kriz yılında öze kıyma oranlarının yükselmesi beklenir.

Toplumsal yapının en önemli harcı güven duygusudur. Kişilerin kendilerine, yasalara, diğer insanlara, geleceklerine güvenleri kalmadığında onları dünyaya ve yaşama bağlayan halat da kopmuş demektir. Güvensizlik duygusu bireyleri zorlanmalar karşısında daha da kırılganlaştırır. Giderek dayanma gücü azalan birey, destek alamıyorsa eğer toplumun kendisi için taşıması gereken sorumluluk duygusunun kalmadığına inanmaya başlar. Mali sıkıntılar, çocuğunu besleyememe, tatil yapamama, aşırı çalışmak zorunda kalma, hastalandığında tedavi olamama, hukuk dışı bir uygulamaya maruz kalma gibi durumlarda ise öze kıyma eylemi kolayca denenebilir. Özkıyım, dayanılmaz zorluklardan kurtulmak için bireyin karşısında kolayca uygulanacak bir seçenek olarak durur. Kendisi de topluma karşı herhangi bir sorumluluk taşımayarak canına kıyan birey ölümüyle toplumdan kopuşunu belgelemiş olur.

Neler yapılabilir?

Özkıyımın nedenleri ve çözüm yolları bellidir aslında. Alanda yapılmış binlerce araştırma ve yazılmış kitapların önerileri kararlı uygulayıcıları beklemektedir. Özellikle bir yıldır devam eden ve ne zaman biteceği belli olmayan küresel salgının doğurduğu belirsizlik ve güvensizlik ortamında umutların sönmemesi için evrensel bir sorun olan özkıyımı önleme açısından aşağıda sıralanan genel ilkelerin benimsenmesi ve uygulanması önerilir.

* Öncelikle ruhsal hastalıkların erken tanınması, önlenmesi, oluştuğunda hızlıca tedavi edilmesi, gerektiğinde iyileştirim (rehabilitation) çalışmalarının sürdürülmesi için sağlık dizgesindeki yapılanmanın tamamlanması gerekir. Unutmayalım ki ruhsal hastalık nedenli özkıyımlar önlenebilir kayıplardır.

* Toplumun tüm üyelerinin bir aile anlayışıyla temel gereksinimleri karşılanmalı, aç ve açıkta kimse kalmamalıdır. Geniş bir toplulukta kendisini yuvada gibi hisseden bireylerde güven duygusunun perçinlenmesi beklenir.

* Temel değerler evrenseldir ve her dünya vatandaşının benimsemesi gerekir. Bizim toplumumuz için de tüm üyelerin benimsemesini sağlamaya yönelik değerler eğitimine önem verilmelidir.

* Toplumu barış, huzur ve güven içinde yaşatan tüzel (hukuksal) uygulamalar evrensel ölçülerde gerçekleşmelidir. Böylece bireylerin sıkıntılı durumlarda güvenli bir gelecek için umut beslemesi sağlanmış olur.

* Küresel salgın, sel ve deprem gibi büyük felaketlerde kurtarma ve yardım hizmetlerinin hızla yerine getirileceğine dair güven duygusu geliştirilmelidir. Felaketler insanlığın kaderidir ve her an karşılaşılabilir. Korunacağına dair kuvvetli güven duygusu olduğunda bireyin dayanma gücü artar.

* Felaket durumlarında şaşkınlaşan halk için güven verici en önemli edim, yetkililer tarafından olayın tüm boyutlarıyla ve gelecek beklentileriyle ilgili olarak doğru bilgilendirmenin yapılmasıdır. Doğruluk ve açıklık toplumda güven duygusunu pekiştirir. Gizlilik ve kuşku doğuran açıklamalarsa güven duygusunun yitmesine ve benlik gücünün zayıflamasına yol açar.

* Kriz durumlarında çözümler üretirken aynı zamanda sorun üretmemeye özen gösterilmelidir. Örneğin, kapanma döneminde 65 yaş üstü bireylerin, yaşlılık sınıfında ele alınmaları bir yana, en doğal hakları olan gezinme, spor yapma, toplumsallaşma gibi olanakların ellerinden alınmış olması benlik gücünün zayıflaması açısından yeniden sorgulanmalıdır. Çocuklar, hastalar ve yaşlılar gibi duyarlı gruplar için her zaman ayrıcalıklı çözümler düşünülmelidir.

* İnsanların dayanma gücü dikkate alınarak çalışma koşulları olabildiğince kolaylaştırılmalıdır. Çalışma ortamının vereceği mutluluğun üretimde artma sağladığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Dayanma gücünü zorlayan çalışmaların kişiyi yaşamdan koparma riski taşıdığı unutulmamalıdır.

* Her koşulda bireylerin güvenebileceği bir devlet aygıtının varlığına inanç sağlanmalıdır. İnsanı geleceğe taşıyan en önemli ruhsal güçlerden birisi olan inanç, güven üzerine yapılanır ve gelecekte de aynısı olacak düşüncesini sağlayarak kişiye umut verir.

* İnsanların çoğu telkine yatkındır ve özendirici haberlerden ya da fantastik yorumlardan etkilenir. Dolayısıyla medyada intihar haberlerinin her türlü süsleme, ayrıntı ve yorumdan uzak bir dille verilmesi sağlanmalıdır.

* İnsanların eksiklik ya da fazlalıklarıyla değil, yalnızca o toplumun üyesi olduğu için değer gördüğü bir toplumsal anlayışın yerleştirilmesi gerekir. Her türlü kişiliği barındıran toplumsal yapının ana işlevi kişilerine üyesi olduğu topluluktan dolayı gurur duymasını sağlamak olmalıdır. Farklı ruhsal ve bedensel özelliği olan insanların aynı toplumsal çatının ruhunu soluması bireyler için önemli bir yaşam bağı, güven kaynağı ve korunma aracıdır.

Bu öneriler üzerinde bir toplumsal yapının oluşturulması hiç de zor değildir. Gereken tek şey, buna inanan ve uygulama kararlılığını gösteren yönetim erkidir. Her üyesini kıymetli gören sağlıklı toplumsal yapının böylesi bir anlayışla daha az kayıp vermesi beklenir. Kıymetli canların kaybolmaması için yapılacak her türlü girişim toplumun kazanç hanesine yazılacaktır. Kazanmak istiyorsak toplumsal harcımızı bu düşüncelerle yeniden karmalıyız. Yoksa, artan intiharların toplumsal düzensizliğin habercisi olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırız.

Kaynaklar

  1. Evrensel 14 Şubat 2021
  2. Gazete Duvar 12 Şubat 2021
  3. Anadolu Ajansı 4 Şubat 2021
  4. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Olum-Istatistikleri-2018-30701
  5. Brenner MH, Bhugra D. Acceleration of Anxiety, Depression, and Suicide: Secondary Effects of Economic Disruption Related to COVID-19. Front Psychiatry 2020;11:592467.

* Bu yazı Herkese Bilim ve Teknoloji dergisinin 15 Nisan 2021 tarihli sayısında (264:8-9) yayımlanmıştır.